11 Şubat 2011 Cuma

Terkedilmiş çocuklar

O kadar çok duyuyorum ki boşanmış anne babaların terkettiği, babaanne/anneannenin baktığı çocukları. Babaanne/anneanne muayeneye geliyor. 'Torunuma bakıyorum, aman bana birşey olmasın. Yoksa çocuk ortada kalır.' diyor.
'Anası-babası nerde?' diyorum.
'Herbiri bir yerde...' diyor.
Hep aynı senaryo ve o kadar çok ki böyle terkedilmiş çocuklar.
Bu kadar kolay mı insanın kendi çocuğunu ortada bırakıp gitmesi?

Büyüyünce...

Eşim bugün televizyonda bir sağlık programında konuşmacıydı. Canan da yarıyıl tatili nedeniyle evde olduğundan babasını tvde seyretti. Sonrasındaki telefon konuşmamız:
-Kızım babanı seyrettin mi?
-Seyrettim anne, çok güzeldi. Sen de çıkacaksın.
-Yok kızım, ben çıkmayacağım.
-Neden?
-Bilmem ki. Babanı çıkardılar işte.
-Seni de çıkaracaklar anne. Sen büyü, doktorlukla ilgili herşeyi öğren babam gibi. O zaman çıkaracaklar işte.
Benim de televizyona çıkacağıma yürekten inanıyor, hatta bu konuda kararlı. Neden, hiç anlamadım. Acaba anneannenin mi bir katkısı oldu bu fikre?

7 Şubat 2011 Pazartesi

Şubat tatili

Canan'ın yeni anaokuluna başladığından beri eski kreşine gitmek istiyor. Sonunda Şubat tatilinde gideceği konusunda anlaşmıştık. Nihayet tatil geldi. Haftasonunu nasıl heyecanla geçirdi, pazartesiyi nasıl iple çekti anlatamam. Sabah hemen hazırlandı, babasıyla gittiler. Kreşe koşarak girmiş. Babaanne ve Gül teyze karşılamış. Hemen onlara sarılmış. Tüm arkadaşlarına ve öğretmenlerine sarılmış, 'sizi çok özledim' demiş. Bu çocuğun kendini ifade yeteneği ve sıcaklığı beni hayrete düşürüyor.

Çocuklar

Çocuklarımız

Çocuklar, sizin çocuklarınız değil

Onlar kendi yolunu izleyen 'hayat'ın oğulları ve kızları

Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler

Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller

Onlara sevginizi verebilirsiniz,düşüncelerinizi değil

Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.

Bedenlerini tutabilirsiniz,ruhlarını değil

Çünkü ruhlar yarındadır

Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz

Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları

Kendiniz gibi olmaya zorlamayın

Çünkü hayat geriye dönmez

Dünle de bir alışverişi yoktur


Siz yaysınız,çocuklarınız ise

Sizden çok ilerilere atılmış oklar

Okçu,sonsuzluk yolundaki hedefi görür

Ve o yüce gücü ile yayı eğerek

Okun uzaklara uçmasını sağlar

Okçunun önünde kıvançla eğilin

Çünkü okçu,uzaklara giden oku sevdiği kadar

Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever

Halil Cibran


Mary Haskell'in Halil Cibran'a yazdığı bir aşk mektubundaki satırlar:

Ne olursan ol beni hayal kırıklığına uğratamazsın;senin kim olabileceğin veya nasıl davranabileceğine dair hiçbir ön yargım yok.Seni öngörmeyi istemiyorum,seni sadece keşfetmek istiyorum.Sen beni hayal kırıklığına uğratamazsın.

Çocuklarıma onlar için böyle hissettiğimi anlatmayı becerebiliyor muyum bilmiyorum. En azından yazıyla ifade edilmiş hallerini buraya koymak istedim.

17 Ocak 2011 Pazartesi

Anneciğim bi mutlu ol

Canan son zamanlarda kızıp yüzümü astığımda şöyle diyor:
-Anneciğim bi mutlu ol.
Gülümse demek istiyor. Gülümseyince de:
-Tamam, hiç bozma. Sen hep böyle kal.

13 Ocak 2011 Perşembe

Zaman

Ne kadar uzun süredir yazmamışım... Neden acaba? Sanırım kendimi saldım biraz. Halbuki ne kadar çabuk büyüyor çocuklar, ne kadar hızlı değişiyorlar.
Canan bale kursuna gitmeyi çok istiyordu. Bir gün: 'Anne, beni baleye götürün artık' dedi. Ben de TAB sanat akademisini buldum. 5 yaş çocuklar için pazar sabah 10:30'da kurs vardı. Önce bir denedi Ahmet Öğretmen Canan'ı, beğendi, başladık. Pembe bale mayosu, siyah bale pabuçları aldık. Şimdi pazar sabahını iple çekiyor, koşarak gidiyoruz. Bazen dersin sonunda birkaç dakika bize gösteri yapıyorlar, bayılıyorum onu seyretmeye.
Can artık iyice aktif oldu. Elektronik şeylere bayılıyor. ışık ve ses cıkaran, ama oyuncak olmayan her şeyin peşine düşüyor. Telefonlar, tv kumandası, digitürk cihazı evde ilk hedefleri. Kanalları değiştiriyor, digitürkü kapatıyor. Tabi Canan çok kızıyor buna, bağırmaya başlıyor. Yılbaşı ağacımızın ışığının düğmesiyle oynamayı keşfetti, ışıklar değiştikçe çok eğleniyor. Ablasıyla oynamak istiyor. Canan iyi günündeyse biraz oynuyor onunla, kahkahalarla gülüyor. Ablası koltukta otururken yanına koşuyor. Çok sevdikleri bir oyun da şu: Canan 'yat' diyor, Can başını koltuğa koyuyor. Canan yanağından öpüyor, sonra 'kalk' diyor. Bunu 100 kere filan yapabiliyorlar. Can biraz biraz konuşmaya da başladı. Örnekler:
C: Dodummm. (Doydum)
C: Zuzu buda. (Zürafa burada)
C: Tiii (bitti)
C: Bu (su)
C: Atta (sokak kapısı her açıldığında, kendisi veya biz üzerimizi değiştirdiğimizde)
Her şeyi anlıyor, ama kelimesi az.
Yine hasta olduk tabi, klasik olarak. Önce eşim ve Canan, ardından ben. Hafif bir grip sandık önce ama benim atlatmam 3 hafta sürdü. Canan 1-2 günde toparladı sandık. Ama 1 hafta sonra gece ateşi çıktı, ertesi gün 41 derece oldu. Öksürük, ateş, halsizlik, iştahsızlık derken ağır bir akciğer enfeksiyonu, 2 antibiyotik, steroid, 5-6 gece sabaha kadar başında beklememize neden olacak kadar ağır bir tablosu oldu. Ardından tabi ki Can da hastalandı. O da 1 hafta sürekli kustu üstüne üstlük. Sonuçta çocuklarımın yüzleri kaşık kadar kaldi, iyice süzüldüler. Canan 15 gün okula gidemedi.
Bu hafta tekrar göndermeye başladık, umarım tekrar hastalanmazlar.
Süper Baba ve ben bu arada dağıldık tabi. 2-3 hafta geceleri birkaç satlik uykuyla idare ettik, yaşlanmışız herhalde, hala kendimize gelemedik.