6 Kasım 2010 Cumartesi

Anne mi, baba mı?

Can bu ara anne ile baba sözcüklerini karıştırıyor. Ben evin kapısından giriyorum, 'Babaaaaa' diye üzerime atılıyor, eşime 'Anne' diyor. Bazen kendi kendine 'Anni, anni, ANNİİİİ' diye tutturuyor. Halbuki aylardır anne-baba diyordu, neden karıştırmaya başladı anlamıyoruz. Acaba 'Sen geldin, peki öteki nerde?' mi demek istiyor?

Süper Baba

Eşim bu yazıları okuduğunda 'Benden niye hiç bahsetmiyorsun? Bu çocukların babası hiçbir şey yapmıyor mu?' diye sitem etti. Bilinçli yaptığım bir şey değil halbuki. Eşim çocuklarla o kadar güzel ve o kadar çok ilgilenir ki Süper Baba sıfatını hak ediyor. Doğumlarının ilk anından itibaren bana her konuda her zaman yardımcı ve destek oldu, çocukların herşeyleri ile ilgilendi, hatta benim yapamadıklarımı o yaptı, hala da devam ediyor.
Canan'ın ilk ve büyük aşkıdır o. Her ne kadar Can'ın doğumu ile birlikte araları biraz bozulsa da babası hep özeldir. Eskiden onu daha çok sevdiğini düşünürdüm. Benden daha sabırlıdır, daha fazla nazlar kızını. Can'ın doğumundan sonra Canan'ın herşeyi benimle yapma isteği ortaya çıktı, bu nedenle artık babası ile fazla vakit geçirmiyor. Doğal olarak Süper Baba Can ile ilgilenmek zorunda kalıyor. Canan buna daha da çok kızıyor ve babasına kötü davranmaya başlıyor. Aslında biraz dargın babasına. Eve kardeş getirmek gibi bir kazığı sanki benden beklerdi de, babasından beklemezdi; bu yüzden onu affedemiyor henüz.
Can'ın tabi ki oyun arkadaşı, yemek yediren, uyutan kişi o. Sabah uyanınca yanına ben gidersem: 'Baba?' diyor. Baba evin kapısından girdiğinde ikisinin de koşuşunu görmek muhteşem. Süper Baba ikisini birden kucağına alır, ikisini de öper, koklar. Paylaşamazlar babalarını, birbirlerini itekler, bağırırlar.
Arada kongreye gittiğinde hayatımız derin bir krize giriyor, 2-3 gün bile olsa öyle zorlanıyoruz ki...
Süper Babamız bir tane...

5 Kasım 2010 Cuma

Erken ergenlik

Canan hasta olduğu için o gün okula göndermedik. Evde anneanne, Can ve Bedriye Teyze ile kaldı. Öğlen aradığımda annemin sesi gergindi. Canan:
'Yemek yemedim, anne. Senin gelip yedirmeni bekliyorum.' dedi. Akşama gelebileceğimi anlatmaya çalıştım, nafile tabii. Akşamı zor ettim, erken çıkmaya çalıştım. Eve geldiğimde:
Can: Babaaaaaa!
Ben: Oğlum, anneyim ben.
Can: Baba.
Ben: Ama anneyim ben oooğlum. Canan nerede?
BT: Masanın altında uyuyor.
Ben: Haa, oyun mu oynuyor yani?
BT: Yok, gerçekten uyuyor.
Ben: Nİye???
Canan salonda yemek masasının altına girmiş, başının altında bir kırlent, üzerine aktivite minderini örtmüş, uyuyordu.
Annem: Zor bir gündü.
Okulun veli bilgilendirme toplantısında söylediler, 5 yaş erken adölesans, 6 yaş balayı dönemiymiş.

26 Ekim 2010 Salı

Disney

Playhouse Disney kanalı başımıza bela oldu. Canan evdeki tüm zamanını televizyon seyrederek geçirmek istiyor. Haftasonu aynı bölümü tekrar tekrar seyrediyor, bize gına geldi, o bıkmıyor. Kapatalım, oyun oynayalım diyoruz, ağlayıp olay çıkarıyor. Dün akşam Süper Baba benden önce gelmiş. Önce Canan'ın şokobonbon (kakaolu corn flakes) yemesine izin vermemiş, sonra da televizyonu kapatmış. Eve geldiğimde derin bir kriz durumu vardı. Ben de aynı yaklaşımı sürdürünce kriz büyük çaplı bir felaket haline geldi. Duyan çocuğu dövüyoruz, öldürüyoruz filan sanır. Çığlık çığlığa bağırarak ağlıyor. Onun bu halini gören Can da bağırmayı normal sanıyor, sürekli bağırmaya, her istediğini bağırarak ifade etmeye başladı. Ev tımarhaneye döndü. Süper Baba bir yandan 'Çocuğun iyiliği için uğraşıyorum, onu sevdiğimden yapıyorum.' diye düşünüp bir yandan 'Büyük Aşk' iken 'Nefret edilen kişi' olmanın bunalımını yaşıyor. Ben 'Ne zaman bu makaleleri yazacağım, ne zaman, nasıl sınava gireceğim?' depresyonundayım. Bir umut Canan'ın öğretmenine not yazdım, biz evde çok fenayız, okulda nasıl, ne önerirsiniz diye. Sağolsun, hemen aradı. Canan okulda süpermiş, hiç sorunu yokmuş, arkadaşları ile çok uyumlu, kurallara uyuyor, yemeklerini yiyormuş. Ama okul psikoloğu ile konuşmuşlar, yardımcı olmak için bizimle görüşmek istiyorlarmış. Süper Baba'ya söyledim, sesinde derin bir umutsuzlukla 'Tamam, canım, gideriz.' dedi. Sanki tüm gün boş oturaz adamlarız, ha deyince hastaneden çıkıp gidebiliyoruz...

Dumur

Akşam yemeği yiyoruz. Süper baba kongrede. Canan'a köfte ve makarna yapılmış ki maraza çıkarmadan akşamı geçirsin. Annem ve ben biftek yiyeceğiz, paylaşamıyoruz.
-Yeter bana kızım, bunu sen ye.
-Yiyemem anne, sen ye.
-Yok yok sen ye. (Tabağıma koyar)
-İstemiyorum anne, yiyemiyeceğim. Kalsın o zaman.
-(Canan bifteği alır, kendi tabağına koyar). Tamam, tamam. Kimse yemiyorsa ben yerim o zaman. Zaten beni hep aç bırakıyorsunuz.
Annemle benim yaşadığımız dumur tarif edilemez...Gerçekten yer mi acaba? diye bir umutlandık. Tabi sadece bir lokma yedi. Sonra:
-Anne karnım ağrıdı. Duydum ben.

21 Ekim 2010 Perşembe

Püff

Can 'Püfff' diyor. Canan elinden oyuncağını aldığında, biz istediğini yapmayınca, kızınca 'Püfff' diyor. Ablasını kucağımıza aldığımızda bağırmaya başlıyor, gelip ona vuruyor. Velet kıskanıyor galiba...
Bazen de ikisi öyle güzel oynuyorlar ki...Biz Can'ın bir yerine bir şey olacak diye sürekli karışmasak belki daha fazla eğlenecekler. Özellikle Canan, biz karışınca sanki daha hırçınlaşıyor. Ablası tartakladıkça Can gülmekten kırılıyor. Başka kimse ablası kadar güldüremiyor onu.

Anaokulu

Canan okulda ne yaptığını hiç anlatmıyor. 'Unuttum. Bilmiyorum. Hatırlamıyorum.' rutin cevapları. Çok merak ediyoruz. Bazen ufak ipuçları yakalıyoruz.
'Anne geridönüşüm diye birşey varmış.'
'Evet, neymiş biliyor musun?'
'Evet, biliyorum. Ama bunu sonra konuşalım.'
'???Niye kızım?'
'Şu anda meşgulum.'
Biz mi böyle konuşuyoruz acaba diye düşünüyorum, yok.

8 Ekim 2010 Cuma

Duygudurum

Kafamı çıkarıp dolaba kilitlesem bir haftalığına,
karanlığına boş bir dolabın
omuzlarıma bir çınar diksem kafamın yerine
uyusam gölgesinde bir haftalığına.
Nazım Hikmet

Kahvaltı

Canan anaokuluna başlayınca sabahları bir kahvaltı telaşı da başladı. Kreşte kahvaltı veriyorlardı, biz rahattık. Televizyonun karşısında yatarak sütünü içiyor, annemin veya benim kolumuzla oynuyordu. Şimdi okulda sadece poğaça, kurabiye filan veriliyor kuşluk zamanı. Canan bunları pek sevmiyor, zaten kahvaltı olarak yeterli değil. Birkaç hafta önceden anaokuluna başlayınca sabahları TV karşısında biberondan süt içmeyeceği, kahvaltı yapacağı konusunda telkine başladık.
Sabah rutinimiz:
Saat 7:00: Canan hadi kalk kızım, sabah oldu.
-Hmmmm
-Hadi canım, hadi birtanem, bak geç kalacağız.
-Bebek gibi taşı beni.
Bebek gibi kucaklıyorum.
-TİGERI DA İSTİYORUUUM.
-Tamam, aldım.
Gİyinmek için salona gidiyoruz, Playhouse Disney kanalı açılıyor. Ben gidip kıyafetlerini getiriyorum.
-Hadi kızım kalk da giydireyim.
-Anne kalkamayacağıııım bem, çok yorgunum.Böyle giydir.
Uzatmayayım, hanımefendiyi yatarken giydiriyorum. Sonra Omlet ve corn flakesten oluşan kahvaltısını hazırlıyorum. Bu arada Can uyanıyor. Kucağımdan inmiyor, bırakmaya çalışınca bağırıyor, paçama yapışıyor.
Sabahları çok yoruluyoruz, işe gelip oturmayı iple çeker olduk...

7 Ekim 2010 Perşembe

Bakıcı

Anneme romatoid artrit tanısı kondu. Son zamanlarda çok yoruluyor, ellerinde ağrı ve uyuşmalar oluyordu. Bir bakıcı tutmamızı istedi. Başarısız bir danışmanlık firması görüşmesinden sonra bir tanıdık aracılığı ile bir bakıcı bulduk. Bedriye Teyze'miz 61 yaşında, herkes yaşlı olduğunu, genç birini bulmamızı söyledi. Ama biz memnunuz. Can ile, en önemlisi annem ile iyi anlaşıyor. Güzel yemek yapıyor. Evi toparlıyor, 'Ben onu yapmam, bunu yapmam.' demiyor, biz de ondan büyük temizlik filan beklemiyoruz tabi. Bir kez bir sorun oldu, onun da yanlış anlama olduğuna inanıyoruz. Şimdilik herşey yolunda. Böyle devam edeceğini umuyoruz.

Canan anokuluna başladı

Canan TED anaokuluna başladı. Uyum sorunu olmayacağını düşünmekte haklıymışım. Öğretmenleri 3. bir öğretmen gibi olduğunu, sınıfta çok mutlu olduğunu söylüyorlar. Tek kötü şey okula gidip gelmesi birer saat sürüyor. İlk gün internetten servisi takip ederken çıldırdım. Ama düşündükçe daha kısa olmasının imkansız olduğunu anlıyorum. Bizim sakin trafikte oraya gitmemiz 20 dak sürüyor. Çocukların evden alınması, servise inmesi, binmesi derken 1 saat sürmesi çok normal. Esas sorun okula çok uzak oturuyor olmamız. İlk gün okula yakın yerlerde kiralık ev bile baktım. Ama anneme uzak bir yere taşınmamız imkansız, yardımcımız ve bakıcımız da büyük ihtimalle oralara gelemezler. Canan da serviste geçirdiği zamandan şikayet etmiyor. Çınar adında 6 yaştan bir arkadaşı var, onunla çok eğleniyorlar. Tabi çok yoruluyor. Saat 21:00 olmadan, bazen sütünü içerken uyuyakalıyor. Akşamları oyun oynayacak gücü olmuyor. Annem olmasa hiç düşünmez hemen taşınırdım, ama göze alamıyorum. Bir yandan da yavruma kıyamıyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum...

27 Ağustos 2010 Cuma

Bir tek babam olsun bana yeter

Can bu ara babacı oldu iyice. Tatilde sürekli birlikte olmak bize iyice bağlanmasına neden oldu. Arkamızdan ağlıyor, paçamıza yapışıp 'Beni kucağına al' hareketleri yapıyor. Ama babası ile ayrı bir aşk var aralarında. O eve geldi mi beni unutuyor. Duygularını dile getirmekte oldukça ilerledi. Sürekli sesler çıkarıyor, konuşuyor, bir şeyler anlatıyor sanki. Tek tük kelimelerini seçiyoruz bazen.
Sabahları daha çok babamız kalkıyor, ben gece çok kalkıyorum diye. Genellikle kanepede yanyana oturmuş, birbirlerine yaslanmış babyTV seyrederken buluyorum onları. 'Bir tek babam olsun bana yeter' modunda oğlan...

Yemek

- Yemek zamanıııı.
- Yaşasınnn. Ne yemek var, anne?
- Sulu köfte ve ıspanak.
- Ben ıspanak yemem. Ben ıspanak SEVMEM. MAKARNA İSTİYORUM.
- Makarnamız yok.
Dolabı açar, makarna paketini çıkarır.
- Bana bunu pişir.
- Olmaz, şimdi başka yemeğimiz var, yarın pişiririm.
- Hayııır, ŞİMDİ istiyorum. Makarna pişir bana.
- İstersen yayla çorbası yiyebilirsin önce.
- HAYIR! Yemiyeceğim işte!
- Sen bilirsin kızım, yemek zorunda değilsin, o zaman içeriye git.
- Haaayıııır, gitmiyeceğim işte.
- Ya, sabır. Canan lütfen ağlama kızım. Ne istiyorsun söyler misin?
- Köfte yiyeceğim.
- Tamam, otur ben koyuyorum.
- Mama sandalyeme oturacağım.
- Ama, Canan'cığım, sen 'Artık büyüdüm, normal sandalyeye oturacağım' dememiş miydin?
- Hımmm, tamam.
- Ben kendim yiyeceğim.
- Tamam.
- Ben yiyemem, baba sen yedir.
- Tamam. Aç bakalım ağzını. Kızım açsana, bak döküldü işte.
- Canan yerine otur lütfen masanın altından çık.
- Ben karşıya oturacağım.
- Kızım bir dursan.
- Su istiyorum.
- Sadece bir bardak vereceğim.
- Pipet de ver.
- Kızım sandelyeden iner misin? Balkonun ışığını kapat lütfen.
- Kızım kolumu bırakır mısın? Yemek yemeye çalışıyorum. Sen sallarken nasıl yiyebilirim?
- Kızım, Can'ı rahat bırak, seni, takip etmeye çalışıyor, yemek yediremiyorum.
- Kızım bir otur!
- Ben doydum, karnım ağrıdı, yemiyeceğim.

Yazlık

Tatil için yazlık tuttuğumuzu yazmıştım. 11 yıldır ilk defa 3 hafta aralıksız bir tatil yaptım. Tatilden kastım tabi ki işe gitmemek, yoksa bir kez ayaklarımı uzatıp yatmış değilim! Eşim ve benim için yorucu oldu aslında. Neyse ki annem vardı, son 1 hafta da eşimin anne babası geldiler. Ama Canan için ne uygun tatilin bu olduğunda hemfikiriz. En çok o eğlendi. Denizden çıkmadı, kumda oynadı, arkadaşlar buldu. En çok Ece adında hem kendisi, hem ailesini çok sevdiğimiz, kendi yaşında bir kız ile oynadı. Ece sadece sabahları geliyordu. Öğleden sonra da Canan başka arkadaşlar buldu. Her ortama uyum gösterme yeteneği beni çok sevindiriyor. Denizden hiç korkmadı. 'Ben yüzme biliyorum, anne, kolluk takmama gerek yok!' dedi önce. Batınca tabi fikrini değiştirdi:)) İskeleden atladı. Babası bana göre çok daha iyi bir oyun arkadaşı, tam onun istediği gibi havalara atıp tutuyor, omuzlarında taşıyordu. Baba kız Can'ın doğumundan sonra biraz uzaklaşmıştı, tekrar yapışık yaşamaya başladılar. Orada ne isterse onu yedi, kabul edilebilir sınırlarda tabi. Sabah kahvaltıda omlet ile bonibon yedi örneğin. Yemekte 1 ay boyunca makarna/pilav ve köfte/tavuk yedi. O kadar yorulmasına rağmen asla öğlenleri uyumadı. Tabi ki bu akşam 20:30-21.00 gibi televizyonun karşısında ağzında biberonla uyuya kalması ile sonuçlandı çoğu zaman. Gece bizimle aynı odada uyumak istedi, 3 yataklı bir odada yattık. Gece birkaç kez benim ve babasının yanına geliyordu. Hava sıcak, yataklar da tek kişilik olduğundan biraz sıkıntılı oldu bu.
Annem, Can ve ben 3. haftanın sonunda döndük. Canan ve babasının yanına babaanne ve dede geldi. Canan bizim gidişimizden çok uçakla gitmemize bozuldu. Sürekli 'Siz arabayla gidin, biz uçakla gidelim' dedi. Ama gittiğimiz ilk gün akşam çok ağladı, babasını çok zorladı, hatta 'Böyle giderse döneriz.' diye düşündürdü, ama sonra iyiydi. 1 hafta daha denizin tadını çıkardı. Eve döndüklerinde ise saltanatın bitmesinin sıkıntısını yansıttı bize. Can'a karşı daha haşin davranmaya, huysuzluk krizlerine başladı... Bunu bekliyordum aslında,ama yine de bazen sabrım tükeniyor. Kendimi çaresiz hissettiriyor bazen, bu da 'Acaba iyi bir anne değil miyim ben?' diye düşünmekle ve moral bozukluğu ile sonuçlanıyor. Elimden gelenin fazlasını yapmaya çalışıyorum, ama çoğu zaman yetmiyor...

13 Ağustos 2010 Cuma

Uyku

Eşim Can'ı uyutamıyor. Onu görünce iyice ayılıyormuş. Mecburen akşam uyutma işini ben yapıyorum. Zor bir şey değil aslında, sadece yatağına koyup oturuyorum, o kendi kendine yuvarlanıyor, konuşuyor, bağırıyor, ayakları ile yatağı tekmeliyor, sonra birden uyuyuveriyor. Sadece sabırla oturmak gerekiyor. Sorun biraz süt içmesini istememizden kaynaklanıyor. Akşam yemeğini 18:30 gibi yediğimiz için 21'de uyuyana kadar biraz acıkmış olacağını düşünüyorum, bu yüzden gece rahat uyuması için biraz mama içip uyusun istiyorum. O da içmek istemiyor. Çareyi biraz dalar gibi olunca kucağıma alıp içirmekte buldum ne yapayım... Zaten zayıf, bir de bütün gece aç kalırsa ne olur hali?
Can'ı uyutma faslı bitince Canan'ın uyku zamanı geliyor. Can doğmadan önce hep babasıyla uyumak isteyen çocuk şimdi dişini bile babasıyla fırçalamak istemiyor. 'Annemi isterim' diye tutturuyor, ağlıyor. Onu uyutmayı ben de çok seviyorum. Koluma yatmasını, saçını öpüp koklamayı çok seviyorum. Ama bazen o kadar yorgun oluyorum ki, çok zor geliyor.

Mutfak

Evimizin mutfağı beni uzun süredir rahatsız ediyordu. 10-15 yıllık mutfak. Aslında eski değil, ama üst dolaplardan birinin kapağı yüzüme düşüp 1 hafta mor gözle dolaşmama yol açtığından beri mutfağa gıcığım. Ne zamandır değiştirmek istiyorum. Bir kaç mutfakçı dolaştık, çok pahalı geldi. En önemlisi de proje diye bir saçmalık çizen görevlilerin aymazlıkları beni çileden çıkardı. Önce vazgeçtim. Sonra eşimin bir tanıdığının mutfak şirketi olduğunu hatırladık, onunla konuştuk. Güzel bir proje çizdi, herşey istediğimiz gibi olacak, bu sefer de fiyat çok yüksek geldi. Ben vazgeçtim. Sonra bir sabah eşim mutlaka yaptırmamız gerektiğini söyledi. Gece onu sarsarak uykudan uyandırmışım. 'Kalk, kalk, kalk. Tezgah kırıldı, çimstone kırıldı, kalk.' demişim. Laf anlatmak mümkün olmamış, kalkmak zorunda kalmış. Ben kesinlikle hatırlamıyorum. Çok yorgun ve uykusuz olduğumda böyle şeyler yapıyorum. Neyse, sonuçta mutfağı yaptırdık. Ama 15 gündür ocağımız, mutfakta lavobomuz yoktu. Kayınvalidemin gelişi denk geldi, Can'a o eşimin kardeşinin evinde baktı, annem de ustaların başında durdu. Yıpratıcı bir süreç oldu. Mutfak daha bitmeden annemin evinde kombi için tadilata başlanması da bizi dağıttı. Kayınvalidem evine döndü. Can'a kim bakacak?? Mecburen Canan'ın gittiği anaokulundan yardım istedik. Bebeklere baktıklarını biliyordum zaten. Çok tatlı bir sahibi (Münevver babaanne) ve bir o kadar sevimli yardımcısı (Gül Hanım) ilgilendi Can ile. Münevver Hanım uyurken bile Can'ın başında bekledi. huysuzlandığında Canan'ı çağırdılar sakinleşmesi için. Çok iyi baktılar oğlumuza. Ama küçücük oğlumu kreşe bırakmak zorunda kalmak beni çok üzdü... Altı üstü 8 gün gitti, sonra ateşi çıktı ve annem evinin toparlanmasını bırakıp Can ile kaldı neyse ki...

Can yürüyor

Can uzun zamandır sıralıyor, hatta biraz teşvik ile birkaç adım bile atıyordu. Ama bir türlü yürümeye heveslenmedi. Artık neredeyse 14 aylık olacağından biraz teşvik etmeye çalışıyor, her akşam 'Hadi oğlum, gel oğlum' diye yürütmeye uğraşıyorduk. 11/8/2010'da annesiyle babasına evlilik yıldönümü hediyesi vermek istedi galiba. Ayağa kalktı ve yürümeye başladı. Hiç oturmadan bir saat yürüdü neredeyse. Kucağımıza almak isteyince çok kızdı. Kan ter içinde, kahkahalar atarak sürekli yürüdü. O zamandan beri evde dolaşıyor, kesinlikle kucağa gelmek istemiyor, oturmuyor. Bir yandan kahkahalar atıyor, bir yandan paytak paytak yürüyor. Seyretmeye doyamıyoruz...

25 Haziran 2010 Cuma

Dağıldık

Tam anlamıyla dağıldık...Uzun süredir bir şey yazamıyorum. Nedenleri çeşitli ve anlamsız. Galiba esas sorun kafamı toplayıp konsantre olamıyorum. İş yeri ile ilgili yaşanan sorunlar artık yerini yeni bir yer ayarlama çabaları ve telaşına bıraktı. Gitmeyi planladığım yer de o kadar lakayt ki kadro çıkması için 3 aydır bekliyorum. Şimdi de arayıp 'Daha çabuk olsun diye sizi başka bir kadroya alalım.' dediler. Pes... Ona da 'Tamam' dedim, ama şimdi de muhattap bulamıyorum, herkes izne çıkmış. Neyse, ben de gidip tatil yapacağım. Bu yaz geçen yıllarda Canan ile otel facialarından sonra eşime hiç bir şekilde otele gitmeyeceğimi, onun yerine evde kalmaya razı olduğumu söyledim. Bunun üzerine yazlık tutmaya karar verdik. Yengem Didim'de kendilerine komşu bir yazlık buldu bize. Bu tatilden çok ümitliyim. Ben, eşim, 2 çocuk ve annem araba ile yolculuk yapmamız fiziken ve psikolojik olarak mümkün olamayacağından çocuklar, annem ve ben İzmir'e uçakla gideceğiz. Eşim'de araba ile bizi ordan alacak, beraber Didim'e geçeceğiz. Benim tatilim 3 hafta. Sonra Can ve annemle ben uçakla döneceğim, Canan ile eşim 1 hafta daha kalacak ve araba ile dönecekler. Bu son kısım beni biraz endişelendiriyor açıkçası. Eşim bu tatilim bir fiyasko olacağı görüşünde. Umarım haklı çıkmaz. Eğer bunda da başarı sağlayamazsak bir daha tatile çocuklar iyice büyüyene kadar çıkmayacağım!

22 Nisan 2010 Perşembe

Saat 06, Canan'ın 'Anneeeee, babaaaaa' diye çığlık atması üzerine yataktan fırladım.
- Ne oldu kızım?
- Çişim geldi.
- Tamam, hadi gidelim.
- Tiger'ı da alalım.
- Tamam, ama tuvalete düşürme.
- Bitti mi kızım?
- Bitti.
- Hadi git, yat.
- Ben babamla uyuyacağım, babam gelsin.
- (Hoppalaaa)Tamam kızım gel bizimle uyu.
- Haayııııır, babam gelsin.
- Kızım gel yanımızda yat, ben seni çok özledim hem.
Nazlanarak geldi. Sonraki bir saat boyunca kollarını, bacaklarını karnıma, pijamamın kolundan içeriye sokmaya çalıştı, ben uyuyamadım. Saat 07 olunca eşim Canan'ı uyandırma çalışmalarına başladı.
- Uyan Canancığım sabah oldu.
- Güzel kızım kalkmayacak mı? Bak herkes uyanmış. Ağaçlar uyanmıış, kuşlar uyanmııış, kediler, köpekler uyanmıış. Aaa bak Can bile uyanmış.
- Iıııh, ben annemle kalkacağım.
- Tamam kızım kalkıyorum ben de, sen giyinmeye başla.
- ANNEMLE giyineceğim beeeen.
- Tamam kalktım. Hadi gidelim.
Salonda giyiniyor, sonra biberondan sütünü içerken Caiollou seyrediyor.
- Ben bunu giymem, elbise/etek giyeceğim.
Gidip elbise buldum.
Hayat mücadele...

Can emekliyor

Şimdiye kadar hep geri geri gidiyordu. Son 3-4 gündür ileriye de emeklemeye başladı. Mizacı ablasından o kadar farklı ki... Canan istemli ve hedefe doğru hareket edebildiğini keşfettiği ilk andan sonra hiç durmadı. Can ise keyfi isterse emekliyor, sürekli hareket halinde olmak gibi bir amacı yok. Ayakta durmayı çok seviyor. Birisi yanına yaklaşırsa (Canan varsa pek sık olmuyor) hemen üzerine tırmanıp ayağa kalkıyor. Annem adımlamayı öğretmiş, ellerinden tutunca yürüyor ve çok hoşuna gidiyor. Bu ara çok üzüldüğüm şey ise hastalık, sünnet, diş derken çocuk kucakta uyumaya alıştı, asla yatağında uyumuyor. Oysa bu sefer ne kadar seviniyordum, Canan gibi yapmadık, kendisi uyuyabiliyor diye. Huyunu bozduk yine işte...Ablasına benzeyen yönüdiş çıkarma krizleri. Can da aynı Canan gibi diş çıkarma döneminde çok huysuz oluyor, uyumuyor, yemiyor, hatta farklı olarak kusuyor. So 1 aydır bir de bununla uğraşıyoruz. Yani durum vaziyet yine ...

Zor zamanlar

Son 1,5 aydır her şey zor... İşle ilgili sıkıntılarım yine tekrarladı. Bu sefer kalıcı değişiklikler yapmaya karar verdim. Tabi benim karar vermem bir şey ifade etmiyor, çoğu şey benim dışımda gelişiyor. Neyse... Bu durum bende biraz stres yaratıyor tabi...Can'ın sünneti ile birlikte Canan'da bir bunalım başladı. Anneannem olsa 'buhran geçiriyor' derdi. Canım benim, onu öyle özlüyorum ki... 'İnsanlar birbirlerinin kıymetini sağlığında bilmeli' derdi, bilebildik mi acaba?
Canan'ın buhranı beni de altüst etti. Sabah kalktığı andan itibaren bir mızıklama ve ağlama seromonisi başlıyor, akşam uyuyana kadar devam ediyor. Hiç bir şeyden memnun olmuyor. Annem kırmızı bir elbise örmüş, tepkisi 'Keşke mavi olsaydı' oldu, maviyi daha çok sevdiğinden değil,çocuğun hayata bakışı bu! Herşeye itiraz etmesi, özellikle de sürekli ağlaması benim dengemi bozdu. Zaten çabuk sinirleniyorum, artık ne yapacağımı bilemiyorum. Sakin bir insan olan kocam bile çıldırıyor. Ah güzel kızım, bize biraz yardımcı olsan. Can ile hemen hiç ilgilenmiyoruz. Ancak Canan odada yokken öpüyor, oynuyoruz onunla. Sürekli Canan ile oynuyor, vakit geçiriyoruz. Daha da ne yapabiliriz bilemiyoruz.
Bu atakta hem sünnet nedeniyle eve çok gelen giden olmasının, hem de Can'ın artık hareketlenip kendini hayatın içine katmaya, dikkat çekmeye çalışmasının katkısı var. Biliyoruz, bu bir süreç ve devam edecek.
Ama çok yoruldum ben...

8 Nisan 2010 Perşembe

Anjio

Annem kalbinin sıkıştığını, yürürken nefes nefese kaldığını söyleyince bir kontrolden geçirmeye karar verdim. Efor testi sırasında fenalaştı, testi bozuk çıktı. Sonrada hocam anjio almasını önerdi. Apar topar yatırdık ve anjioya alındı. Sonuç normal çıktı neyseki. Bunlar 22 Mart'ta oldu. Şansımıza kayınvalidem ertesi sabah buraya geliyordu. Sağolsun hem anneme, hem de Can'a baktı. Ama bu ani olaylardan Canan çok etkilendi. Annemin onunla oynayamayıp, yatması, babaannesinin Can'a bakması sınırda giden dengeleri bozdu. Sürekli ağlayıp bağırıyor. Hiç bir şeyden memnun olmuyor. Herkes kendisi ile ilgilensin istiyor. Biz de anjio, sünnet, işlerin yoğunluğu, uykusuzluk derken dağılmış durumdayız. Toleransımız az. Evde sürekli bir gerginlik...Ben dokunsanız avazım çıktığı kadar bağıracak durumdayım. Zaten işyerindeki gerginlikler sürekli kafamı meşgul ediyor. Yani durum, vaziyet b...

Sünnet

1 Nisan'da Can sünnet oldu. Ben küçücük oğluma kıyamıyordum, ama babasının sünnet hatıraları pek iyi değil herhalde, bir türlü caydıramadım. Sonunda küçücük Can'ım sünnet oldu. Hastaneye gittiğimizde keyfi gayet iyiydi. Koray Dayımız da gelip bize destek oldu. Daha sonra babası içeriye Can ile birlikte girdi, uyuyuncaya kadar yanında kaldı. İşlem 40 dak kadar sürdü. Eşim yanıma getirdiğinde daha tam uyanamamıştı, ama gözleri kapalı ağlıyordu. Yavrum 10-15 dak hiç susmadan ağladı. Ne yapacağımı bilemedim. Bir türlü avutamadım, susturamadım...Sonunda uyuyakaldı. 8 saattir açtı, susuzdu bu arada. Neyse son bir kontrol edip gönderdiler bizi. Arabada giderken mamasından biraz içti. Eve gittiğimizde keyfi yerine geldi, oynadı. Biraz bir şeyler yedi, bol bol su içti. Sonra da tam 4 saat uyudu. Altını değiştirirken içim fena oluyordu, bu kadar mı kötü görünür! Ama canı pek yanmıyordu herhalde, hareketleri hiç kısıtlanmadı, uyku düzeni bile bozulmadı. Neyse ki şimdi bayağı iyileşti, hemen hemen normal görünüyor. Bu travmayı farkına varmadan atlatması çok iyi oldu diye düşünüyorum şimdi.

15 Mart 2010 Pazartesi

- Anne, Can ile beni kim yaptı?
- Biz yaptık kızım, babanla ben.
- Sizi kim yaptı?
- Anne, babalarımız.
- Yani tamirci mi?
- Tamirci kim kızım?
- Yani her şeyi yapan tamirci mi? (Allah mı demek istiyor acaba?)


- Bana bu ne binası?
- Parti binası kızım. (CHP merkez binası önünden geçerken)
- Orada insanlar parti mi veriyorlar?
- Hayır, oradan ülkeyi yönetiyorlar.
- Yönetmek ne demek?
- İdare ediyorlar, neyin nasıl yapılacağına karar veriyorlar.
- Tamirci mi yani?
- ?? Yok kızım, yöneticiler.
- Bizim evi de onlar mı idare ediyor?

Kreşteki öğretmeni sormuş:
- Canan, sen çirkin misin?
- Hayır! Ben çirkin değilim, çok güzelim. Can çirkin.

Akşam yatmaya hazırlanıyoruz:
- Hadi Canan, çiş-diş-göz-yatak zamanı
- Saat dokuz oldu mu? (Öğretmeni 21:00'da yatmaları gerektiğini söylemiş)
- Geçti bile.
- Tüh, bu akşam da yetişemedik (Gülerek söylüyor).
- Hadi kızım, çabuk gel. Önce çiş mi, diş mi?
- Diş.
- Hangi diş macunu? Mavi mi, pembe mi?
- Pembe.
- Hadi kızım, fırçala dişlerini, oynama.
- Kızım, lavobonun içine tükür, dışarıya tükürme.
- Canan! Lavoboya tükür dedim.
- Anne, niye kızdın ki?
- Kızım, yapma dedim ya, niye yapıyorsun?
- (Taburenin üzerinde bana sarılarak) Ama ben çok üzülüyorum.
- Yapma o zaman. Hadi ben fırçalayayım dişlerini. Kızım ağzını açar mısın? Tamam, öne eğil, ağzını çalkala.
- Şimdi sıra gözde. (Lidcare ile göz temizliği, arpacık tedavisi için)
- Hayııır, göz yapmayacağım işte.
- Kızım lütfen, bak gözün hasta olur yine. Hemen bitecek. Sen mi silersin, ben mi sileyim?
- Ben sileceğim.
- Canan'cığım, gözüne değdirmiyorsun ki, güzel sil
- Bıdı bıdı yapmayacağım işte, 5 kere sileceğim. (Silme işini efektif hale getirebilmek için 5 kez sildikten sonra biraz da bıdı bıdı diye siliyoruz.)
- Tamam, ver ben sileyim.
- Acıdııııı, yıka, çabuk yıkaaaa.
- Tamam, şimdi öbür göz.
- Hayııır, sevmiyorum, çok ıslatmışsıııın.
- Şimdi bitecek.
- Acıdıııııı.
- Tamam yıkıyorum hemen.
- Anne çiş yapmayacağım, iddiaya filan girmek yok tamam mı! (Çiş yapmasını sağlamak için iddiaya giriyorduk. Ben 'Çiş yok' diyordum, o mecburen var diyordu ve çişini yapıyordu.)
- Ama çişler göbüşte birikir, gece 'Biz dışarı çıkacağız, biz dışarı çıkacağız! Uyan Canan, uyan' derler, seni uyandırırlar.
- Çişim yok benim.
- Dur ben bir göbüşle konuşayım. Hımm, burada bir sürü çiş var dedi bana, hemen yapmazsan kendileri dışarı çıkacakmış, eyvah, çabuk, çabuk!
- Çok az varmış.
- Olsun, gece seni rahatsız ederdi. Hadi bakalım yatağa.
- Anne Ayşegül bisiklet kazasını okumaya ne dersin?
- Tamam. (1001'inci kez okuyorum.)
Hayat mücadele...

12 Mart 2010 Cuma

Canan'dan inciler

- Anne çok komik bir şey söyleyeceğim. Bulut lavobo yağdırıyor.
- Aaa, hiç olur mu?
- Bulut elbise yağdırıyor!
- Çabuk çıkıp toplayalım, giyelim.
- Yağmur bulut yağdırıyor!
Bulutun bir şeyler yağdırması çok hoşuna gitti. Her gün değişik versiyonlarını deniyor.

Annem az önce güllaç yaptığını söyledi, üstüne nar koymuş. Canan'a bilmece soruyor:
- Çarşıdan aldım 1 tane, eve geldim, açtım baktım, 1000 tane.
- Güllaç!

8 Mart 2010 Pazartesi

Can

Can bayağı hareketlendi artık. Kaptırdı mı geri geri çok hızlı gidebiliyor. İstediği yere ulaşmak için yuvarlannıyor daha çok. İki dakika yalnız bıraktık mı koltukların altına filan giriyor, sonra da bağırıyor, 'Gelin, beni buradan çıkarıııın.' der gibi.
Dün sabah kahvaltı sofrasını toplarken içerden Can'ın kahkahaları geliyordu. Kapıdan gizlice seyretmeye başladım. Canan yatak örtüsünü getirmiş, Can ile üzerlerine bir örtüyor, bir açıyor. Bir yandan da: 'Dur oğlum, burası bizim evimiz olsun, gel beraber saklanalım.' diye konuşup duruyor. Can da kahkahalar atıyor, örtünün altında kayboluyor, gülüyor, örtü açılıyor gülüyor. Ablasının ellerini, saçlarını tutmaya çalışıyor. Canan beni farkedene kadar hiç sesimi çıkarmadam seyrettim onları. Sonra Canan'ın çadır evini kurdular babası ile. Bu sefer evin içinde oynadılar, Can öyle eğlendi ki... Ablasının yanında olmaya bayılıyor. Biz ne kadar uğraşsak öyle güldüremiyoruz.

Canan

Canan erken konuşmaya başladı. 1 yaşında derdini bayağı anlatıyordu. Ama 2-2.5 yaşına kadar kendinden hep 3. şahıs olarak bahsetti. Tam detaylarını hatırlayamıyorum, bir gün dışarıda bir adam Canan'a hoşuna gitmeyecek bir şey söyledi, 'Şunu yapma' gibi galiba. Canan da hiç alışkın değil tabi böyle tepkilere. Heyecanla: 'Abi ne dedi Canan'ına?' diye sordu.
BabyTV'de aileleri anlatan bir Louie programı seyrediyoruz. Canan: 'AA bak, anne aslan, baba aslan, canan aslan.'
Ah, nasıl unutuyor insan herşeyi, ne kadar üzülüyorum bunları o zamanlar yazmadığıma...

4 Mart 2010 Perşembe

Ben de evleneceğim

Geçen gün tuvalette otururken yaptığımız konuşma:
- Anne, ben de evleneceğim değil mi?
- İstersen tabi.
- Ama çok büyümem gerek değil mi?
- Evet, çoook.
- Mesela 24 yaşına gelince evlenebilir miyim?
- Hayır, evlenmek için otuzunu geçmen lazım.

'Aşık oldum, düştüm peşine' ne demek?

Canan ile Candan Erçetin'in CD'sini dinliyoruz. Bir şarkıyı çok sevdiğinden, her gün onu dinlemek istediğinden bahsetmiştim. Şarkının sözlerini incelemeye başladı.
- Anne, aşık oldum, düştüm peşine ne demek?
- Hoşuna gitmiş demek.
- Neden peşine düşmüş?
- Çok sevdiği için.
- İğne ipliğe dönmek ne demek?
- Çok zayıflamak.
- Neden iğne ipliğe dönmüş?
- Çok üzülmüş.
- Neden üzülmüş?
- Aşık olduğu kişi üzmüş onu.
- Neden?
- ? Bilmiyorum, kızım, onu söylememiş.
- Kaynana ne demek?
- Eşinin annesi, yani senin babaannen benim kaynanam oluyor.
- Kaynananın dırdırı ne demek?
- Kaynanası çok konuşuyormuş.
- Neden?
- Bilmiyorum.
- Anne düğün, dernek ne demek?
- İnsanlar evlenince yapılır, çok büyük bir doğum günü partisi gibi, müzik çalınır, dans edilir.
Böyle uzayıp gidiyor. Şarkının her bir sözcüğünü inceliyoruz, her gün tekrar tekrar:))

26 Şubat 2010 Cuma

Can kilo almamış

Dün Can'ın kontrolü vardı. O ağır hastalıktan sonra kilo almış olmasını beklemiyordum aslında, ama 100 gr da çok az geldi. Arkadaşlarımın çocukları ayda 1 kg alıyorlar. Biz bu çocuğu besleyemiyor muyuz nedir! Eşim 'Ablası neydi ki bu ne olacak?' diyor. Canan'da çok zor yemek yerdi, hala da öyle. Ama hiç 1 ayda 50-100 gr aldığı olmamıştı. Büyümüyor yavrum, 6 aylık gibi görünüyor hala...Canan'ın yemeklerine Fantomalt katardım kalorisini yükseltmek için, tabi doktor tavsiyesi ile. Ama bu sefer hiçbir şey önermedi doktorumuz. Hatta çok iyi buldu, kilo vermemiş olması harikaymış! Eşimin annesi nişasta maması yaparmış çocuklarına, 3 aylıkken 7-8 kilo olurmuş çocuklar. Bu çok sağlıksız bir şey biliyorum ama işe yarar mı acaba diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Ama muhallebi yapıyorum, bizimki yemiyor. Oooof, offf.

Canan ile arabada

Canan'ı kreşe ben götürüp getiriyorum, çünkü kreşi benim işyerime çok yakın. O yokken sakin geçen bu yolculuklar şimdi çok hareketli. Bir dönem 'Oradan gitme, buradan giiiit.' diye çığlık çığlığa ağlamaları oluyordu, neyse ki o dönemi atlattık sayılır. Şimdi çok nadiren öyle bağırıp, ağlıyor. O zamanlar için bulduğum yöntem müziğin sesini açmak. Genelde susup, müziği dinlemeye başlıyor. Bu ara Candan Erçetin'in son CD'sini dinliyoruz. 'Vay, Vay halime' türküsünü çok sevdi, son 1 haftadır sadece bunu dinliyoruz, kendisi de söylüyor:))
Vay, vay, vay, vay benim halime.
Dinlemedim anneciğimi, düştüm zalime
Vay, vay, vay, vay benim halime.
Bulamadım çaresini, yandım kaderime

Uykudan önce

Canan'a uyuyana kadar kitap okuyor, şarkı söylüyoruz. Uyutma konusunda geçirdiğimiz evreler düşünülürse şu anki durum bir mucize. Bunu daha sonra anlatayım. Dün akşam yine yatmaya gittik. Yatak başına bir sürü çıkartma yapıştırmış. Bir tanesi karda duran, gözleri yarı kapalı, bezgin bir köpek.
- Anne bu köpek hasta mı olmuş?
- Evet, bir de uykusu gelmiş, bak göz kapakları nasıl düşmüş?
- Neden düşmüş göz kapakları?
- Uykusu gelince herkesin göz kapakları ağırlaşır.
- Bİr de hasta olmuş, değil mi?
- Evet, karda atkısını, beresini takmamış, hasta olmuş.
- Yazık ona, değil mi? O artık iyileşemez, değil mi? (Gözler dolu, dolu)
- !??? Neden iyileşemesin kızım?
- İnsanlar onu evlerine alırlar mı? (Gözler hala dolu)
- Tabi alırlar. Ona sıcak çorba verirler, ilaç verirler, hemen iyileşir.
- Bu adam çok sıkı giyinmiş değil mi? (Kayak kıyafeti olan bir adamın çıkartmasını işaret ediyor) O hiç hastalanmaz değil mi?
- Hastalanmaz kızım. Hadi biz kitabimizı okuyalım.
- Anne, anneannem okuyordu Ayşegül Bisiklet Kazası'nı, nerde kaldığını ona sorup geleceğim. (Her akşam tekrar tekrar okuyoruz bu kitabi 15 gündür)
Anneme sorup geldi.
- Tamam, buradan okumaya başlıyorum.
- Anne hayır, anneannem burayı okumuştu.
Sonraki paragrafı okuyorum. Yine:
- Anne, anneannem burayı okumuştu, dedim ya.
- Kızım, tüm kitabı 100 kere filan okuduk zaten, nerde kaldığınız ne farkeder? Tamam sonraki sayfaya geçtim işte.
Kitap bittikten sonra:
- Anne, şimdi şarkı söyle, ama hiç bir kere söylemediklerini, tamam mı?
- ? Tamam.
Şarkıyı beğenmez.
- Anne, bunu hiç bir kere söylememiş miydin?
- Söylememiştim.
- Çoook eskiden söylediklerini söyle.
- Tamam. Dandini dandini dastana...
- Anne 2 kere söylemeee, sonrakine geç.
- Hush little baby don't say a word...
Yarım saat de şarkı dinledikten sonra uyudu.

18 Şubat 2010 Perşembe

Can'ın dişleri

Can diş çıkarıyor bu ara. Canan ilk dişini 10 aylıkken çıkarmıştı. Can 7 aylık çıkarıyor ve 4 tane peşpeşe geliyor. Şu anda ilk çıkan sağ alt dişi dışarıdan görünür hale geldi. 'Tek dişli canavar' diyoruz, çok tatlı görünüyor. Başparmağı sürekli ağzında, azimle kaşıyor dişlerini. Emekleme çabalarına da başladı. Dört ayak pozisyonunda durup öne arkaya sallanıyor, sonra olduğu yere göbek üstü bırakıyor kendini. Son sürat geri geri sürünebiliyor, olduğu yerde dönebiliyor. Salonun ortasına kayınvalidemin evlenirken bize verdiği yorganlardan birini serdik (çok kalın ve ağırlar). Can bunun üzerinde istediği gibi hareket ediyor, biz de üşüyebilir diye kaygılanmıyoruz. Canan'a da aynı şeyi yapmıştık, ama o zaman başka bir evde yaşıyorduk, Canan'ın odası çok büyük olduğundan yorganı odasına yaymıştık. Şimdi salonun ortasında kocaman bir yorgan var, ama beni hiç rahatsız etmiyor. Bİr gelen olsa ortalık darmadağın, ama ne yapayım? Ev derli toplu olsun diye koca salonu kapatıp çocukları odalarına mı tıkayım? O salonda oynayamıyacaklarsa, büyüklüğünün ne anlamı var? İstedikleri gibi yuvarlanıp, dağıtsınlar diye düşünüyorum ve uyguluyorum.
Neyse, Can'ı koyduğumuz yerde bulamıyoruz asla, hatta bazen koltukların altına kaymış bile buluyoruz, o yüzden yanından ayrılırsak Canan'ı nöbetçi bırakıyoruz. O da 'Anne, gel, gel. Bak Can nerelere gitti!' diye çağırıyor bizi.
İlk başlarda ikisini yalnız bırakmaktan çekiniyorduk, birkaç saniyeliğine olsa bile. Ama Canan'ın kardeşine ne kadar özenli davrandığını gördükçe rahatladık. Tabi ki gözümüz hep üzerlerinde, ama tedirgin değiliz artık.
Canan bazen haşin oynuyor kardeşiyle, ama Can sanki daha bir hoşlanıyor bu oyunlardan, kahkahalar atıyor. Bazen ablasını görmek bile kahkahalarla gülmesine yetiyor. Haftasonu eşim yoktu. Bİz de Canan ile dışarı çıkyır. Can'a annem baktı. Sonra 'Kızım çabuk gelin!' diye telefon açtı. Gittiğimizde CAn'ıperişan, annemi daha da perişan halde bulduk, son 1 saattir ağlıyormuş, annem ne yaptıysa susmamış. Bizi, daha doğrusu Canan'ı görmesiyle susması bir oldu. Ablasına gülücükler saçtı, ve hiç ağlamadı bir daha. Şaştık kaldık.
Aralarındaki bu bağ umarım hiç kopmaz...

16 Şubat 2010 Salı

Canan'ın ayakkabıları

Canan'ın ayakları birden bire büyüdü, kışlık ayakkabılarının hiçbiri olmuyor. O kadar ki ayakkabı almaya yazlık açık ayakkabılarla gitmek zorunda kaldık. Çok güzel, mor renkli, yanlarında çiçekler olan botlar seçti kendisine. O kadar sevdi ki spor ayakkabı denemek için bile ayağından çıkarmak istemedi. Ertesi gün okulda en yakın arkadaşına göstermiş, o da 'Bana da alır mısın?' demiş. 'Anne, ona da alabilir miyiz?' diye sordu. Bİz de arkadaşımız olan anne, babasına topu attık, onların almak isteyeceğini söyledik:))
Daha önce de bahsettiğim, kreşte Canan'ın hayranı olan arkadaşı çok tatlı, kartondan, mavi bir kalp yapmış, içine de bonibon koymuş. Canan ile birlikte birkaç arkadaşına vermiş bu kalpleri. Bizim de bir hediye almamız şart oldu.
Ben güzel bir kitap almayı düşünüyorum, ama dün Canan ile kitap seçme denememiz pek başarılı olmadı. Canan ilgilenmedi bu hediye alma işiyle...Yükte ve pahada fazla ağır kocaman kitaplar seçti, ne olduğuna bile bakmadan. Ben bir kaç kitap ismi bulmuştum öneriler arasından. Ptırcık ile Uyuyamıyor musun küçük ayı? adlı kitapları aldık sonra Canan için, ama hediye seçecek, paket yaptıracak sabrım kalmadı. Artık bir dahaki sefere. Zaten eşim Sevgililer günü hediyesi gibi olmasın diye bir süre sonra vermeyi istedi.
Gece Uyuyamıyor musun küçük ayı? kitabını okuduk, ikimiz de beğendik. Resimleri de öykü de güzel, belki Canan'a seviyesi düşük geldi biraz, yaşça daha küçüklere uygun. Bunda biraz da bizim seviyeüstü kitaplar okumamızın etkisi var. Doğadostu kardeşleri tavsiye üzerine almıştım, Canan'da çok sevdi, üzerinde 8+ yazıyor. Bu ara Ayşegül, bisiklet kazasını çok okuyoruz, nedense Ayşegül serisinde en sevdiği bu oldu hep.

12 Şubat 2010 Cuma

Daha da hastayız

Can'ın larenjiti haftasonu bronşiolite döndü. Solunum sıkıntısı iyice arttı, çok hızlı solumaya başladı. Acile gittik tabi. Orada ventolin aldı, ve doktorumuz evde de ihtiyacı olacağını söyledi. Öyle fena oldum ki... 2 gece sabaha kadar başında bekledik babasıyla dönüşümlü olarak. Nefesini dinledim hep. Üstüne üstlük antibiyotik verdikten sonra vücudunda bir kızarıklık oryaya çıktı. Neyseki kuzenime danışıp durumu kontrol altına aldık. Ama çok korktuk, çok... Sağlıktan daha önemli bir şey yok gerçekten, hele de çocukların sağlığı. Neyse ki atlattılar gibi...

4 Şubat 2010 Perşembe

Yine hastayız

Canan kreşe başladığından beri çok sık hasta oluyor. Bunun doğal olduğunu biliyoruz ve artık alıştık sayılır. Ama her seferinde Can'a da bulaşmasına bir türlü engel olamıyoruz. Garibim daha 7 aylık ama 2. kez krup oldu. Bu sefer ilki kadar sıkıntıya girmedi henüz, ama akciğer enfeksiyonuna dönmesinden korkuyorum. Ne yapacağımızı bilemiyoruz. İkisini ayrı tutmak mümkün olmuyor. Birimizin odaya Can ile kapanması gerekiyor. Annem varken bunu yapabiliyoruz biraz, ama Canan eşimin veya benim Can ile ayrı oturmasını asla kabul etmiyor. Dönüşümlü gitsek de mikrobu biz taşıyoruz, bir işe yaramıyor. Sonuçta çocuk yine hasta işte. Gece sürekli inledi. Burnu tıkalı olduğu için nefes alamıyor, ağız solunumu yapamadığı için sıkıntıya giriyor, uyuyamıyor. Can oğlum yine de doktoruna güldü o haliyle.
Bu sabah Canan'ın gözündeki arpacık için göz doktorunda randevusu vardı. Bu gösterdiğimiz 5. doktor. Ben artık ameliyata razı olmuş durumdayım. Ama doktor yine sıcak pansuman (yapmıyor, yapmıyor işte, bağlayıp yapacağız herhalde), damla, merhem ve yurtdışından getirilecek bir ilaç önermiş bu sefer. Kız çocuğu sonuçta, iz kalacak diye korkuyorum. Ne yapalım bir daha deneyeceğiz. Umarım iyileşir kızımın gözü.

29 Ocak 2010 Cuma

Rüya

Winnie dergisini okurken Winnie'nin rüyasında hangi yemeği görgüğünü soran bir bulmacayla karşılaştık. Annem: 'Canan'cığım, sen rüyanda hangi yemeği görüyorsun?' diye sordu. Canan sanki ona çok kötü bir şey söylemişiz gibi baktı, tüm ciddiyetiyle: 'Ben rüyamda yemek görmem! Oyuncak görürüm, ev görürüm, arkadaşlarımı görürüm.' dedi. Çocuğun yemeye karşı tavrı bu... Neyse ki kreşe gittiğinden beri biraz düzeldi. Hatta son zamanlar et, balık, köfte filan yemeye başladı. Buna da şükür.

Diş

Can ilk dişini çıkardı! Diş çıkarmasının Canan kadar zor olmaması için dua ettik hep, ama sanırım o da aynı. 1 hafta yemedi, uyumadı. Her zaman gülen çocuk sürekli bağırır ve ağlar hale geldi. Nihayet önceki gün dişi yarmış. Gece rahat uyudu. Dün akşam bizi hayrete düşürdü. Ek gıdaya geçtiğimizden beri kuş porsiyonları yiyordu. 80-100 cc çorba, 60 cc meyve filan. Bunları da binbir nazla, sürekli itiraz ederek, her kaşığı mutlaka bir kez tükürerek yiyordu. Dün akşam çorbasını (yine 100 cc) itirazsız yedi. Sonra biz yemeğe oturduk. Onun ana kucağını da yanımıza koyduk. Eşim yemekten bir parça uzattı. Her zaman ağzını kapatıp, dudağını büzen çocuk dilini uzatıp yaladı. Eşim vermeden geri çekince de bağırmaya başladı.
Eşim:Aç bu çocuk.
Ben: Daha şimdi yedi.
E: Ama yiyecek gibi.
B: Daha şimdi yedi.
E: Bence aç.
B: Tamam deneyelim.
Ve 3/4 kavanoz armut maması yedi. İnanamadık!
Devamını ümit ediyoruz.

25 Ocak 2010 Pazartesi

Can ile Canan

Can'ın en sevdiği varlık Canan. Onu görünce hemen gülmeye başlıyor. Canan onunla oynayınca kahkahalar atıyor. Odada Canan varsa gözlerini hiç ondan ayırmadan sürekli takip ediyor. Canan gülerse o da gülmeye başlıyor, ağladığında ciddileşiyor. Bu hayranlık büyüyünce de devam ederse karşımızda sıkı bir ittifak bulacağız demektir. Ne güzel ve vay halimize:))

20 Ocak 2010 Çarşamba

Oyuncağım kırıldı

Canan'a babası yılbaşında küçük bir cam fanus içinde Winnie almıştı, sallayınca küçük kalplerden kar yağıyordu. Oynarken elinden düşüp kırıldı. Nasıl ağladı, nasıl ağladı... 'Ama ben çok üzüldüm anne. Yazık ona...' diyerek ağladı. 'Yenisini alalım' dedi. Ben de 'Kızım, kırılan herşeyin yenisini alamayız. Ne yapalım, daha dikkatli olursun. ' dedim, dikkatini başka şeylerle dağıtıp unutturdum. Babası gelince 'Baba, benim oyuncağım kırıldı.' dedi hemen, dudakları büküldü yine. 10 gün oluyor neredeyse. Hala gece yattığında aklına geliyor, gözleri doluyor.
'Anne, kırılan oyuncaklarımın yerine siz yenilerini alın hep, olur mu?' dedi dün akşam, yine dudakları büzülerek.
'Almaya çalışırız yavrum, ama her zaman bulamayabiliriz. Dükkanda bitmiş olabilir, başka çocuklara satmış olabilirler. Sen iyisi mi dikkatli ol, kırmamaya çalış' dedim.
'Ama kazayla kırılabilir, değil mi? Başka çocuklar almışsa bize kalmaz o zaman değil mi? dedi, gözleri daha da doldu.
Daha önce eşime 'Yenisini almayalım' demiştim. Fİkrimi değiştirdim. Neden bu kadar etkilendiğini anlayamıyorum. Acaba babasının yılbaşı hediyesi olduğu için mi çok özeldi? Her neyse, hemen yenisini alacağız yoksa çocuğun psikolojisi bozulacak.

16 Ocak 2010 Cumartesi

Sürekli kızım, oğlum demek tuhaf geliyor, bundan sonra kızımın rumuzu Canan, oğlumunki Can olsun.
Çok sevimli, amatör duyularla yönetilen, ama çocuklarla profesyonelce ilgilenilen, her çocuğun herkesçe tanındığı, tertemiz ve sımsıcak bir kreşe gidiyor kızım. Göndermeye başladığımızdan beri hiçbir pişmanlığımız olmadı. Gönül rahatlığı ile emanet ediyoruz. Kreş sayesinde yemek yemeye başladı. Sosyal yönü açığa çıktı. Öğretmeni sınıftaki herkesle ilgilendiğini söylüyor. Hatta arkadaşlarından birinin annesi çocuğun sınıfa ısınmasına yardımcı olduğu için çok teşekkür etti bize. Bunu detaylı anlatmam lazım.
Bir gün kızımı kreşten almak için gittiğimde bir arkadaşının hediyesi ile birlikte ailesinden bir not ilettiler. Hediye üzerinde Kitty olan çok sevimli pembe bir eldiven. Notta Canan'ın çocuğun hep aklında olduğu ve kendine eldiven alınırken ona da almak istediği çok sevimli ifadelerle yazılmış. Ne diyeğimi şaşırdım. Canan çocuktan pek bahsetmedi bize. Zaten kreşte yaptıklarını, arkadaşlarını hiç anlatmıyor ki...Eşimin tepkisi çok komikti. 'Topuğuna sıkacağım' diyor:)) Tipik kızını paylaşmak istemeyen baba davranışı. Daha sonra arkadaşının annesiyle karşılaştık. Çok sıcak, cıvıl cıvıl biri. Oğluyla ilgili bir blogu olduğunu ve orada Canan'la ilgili kayıtlar olduğunu söyledi. Dİrek yazdıklarını ekliyorum.

Ah bilemezsiniz, hediye eldivenlerin Canan'a gidecegi gece ne heyecan yaşadık.

Etrafında hep kız arkadaşlar var. Bütün komşu çocukları kız mesela.Ama minik Canan farklı onun için, hissedebiliyoruz ailecek.


"Hep Ali'yi, Hep Ali'yi öpüyor.Hiç beni öpmedi?" diyor sessiz sessiz kendi kendine:))
Eldiveni verince öpücük alacağını hayal etti, inanabiliyor musunuz? Tabi bizi de bir korku aldı. Ya öpmezse?
"Canım, sen arkadaşını öp verirken. O öpmeyi akıl edemezse sen onu öpebilirsin"


Canan bizim oğlana yüz vermezse, bizim anaokuluna ısınma çabaları sekteye uğrayacak, kesin.
-------
o sabah, Cananın ailesine küçük bir sevgi mesajı yazdık, hediye elde hevesle çıktık evden okula.
"Canan'a hediyesini göstereceğim, ama sonra getirip vestiyere koyıcaz"(nasılda öğrenmiş okul kurallarını::)
--------
Öğretmenimize fısıldadık öpücük kaygımızı.
"Ah , öyle "cool " ki ben bile öpmeye cesaret edemiyorum bazen X'i."dedi öğretmen bile.Kaygımız onada bulaştı:::))))oğlan duvar, oğlan utangaç::))
--------
Ama minik Canancık umutlarımızdan da tatlı çıktı. Gördüğü an sarılmış X'in boynuna. Bizim soğuk oğlan en sıcak kızı mimlemiş kendine::))Sınıftaki diğer çocuklarda çok beğenmişler, bizde istiyoruz diye sızlanmışlar::(( Çok ayıp oldu şimdi. Ama bu özel bir durum, anladınız mı şimdi::))
---------
ve bugün
Okula geldik ki......
Cananın ailesinden, bize bir kart.
Kart öyle özenli seçilmiş ki.Bir erkek, bir kız çocuk ellerinde eldivenleri, el ele tutuşmular kar altında koşuyorlar... ve havada uçan güzel bir kuş....Hediye için teşekkür ve arkadaşlık bağlarının geliştigine duyulan memnuniyeti anlatan sıcak bir not. Ama can alıcı olan : Cananında evde X'den bahsettiğini satırdı elbette::)))
Bu da Cananın kart'a çizdiği gülen yüz:)

---------
Hergün "hayat nekadar da güzel" dedirten oğlumuza öpücüklerimizle



Bu yazıyı okuduğumda neler hissettiğimi anlatmak çok zor. Ali kim bir kere? Sınıfta bir Ali olduğundan bile haberim yok benim. Sonra bir de bunları okudum.

Büyük aşkımız Canan ne de doğru bir karar ilk aşk için.
Bugün bir kez daha anladım:)
Oğlum anaokuluna giderken arabada yeniden uyuyakaldı. Okula vardığımızda uyanmak istemedi.Boynumu bırakmadı. O sırada tüm arkadaşları tren olmuş kahvaltıya iniyorlardı. Tren başı kim::) Canan.Heyooo.Bizi görünce treni durdurdu Canan.Oğlumun ayakkabılarını değiştirmesini bekledi.Hatta "gel X" diye yanına çağırdı.Arkasındaki çocuklar itiraz ettiler"hayır bugun Canan trenin başı"diye söylendiler. Bildiğim kadarıyla tren başı olmak çok önemli bir mevzu aralarında ve hergün sırayla bir kişi devralıyor. Öğretmen itiraları susturdu "Cananın itirazı yok çocuklar,Canan izin verdiği sürece X tren başı olabilir"
Allahım ne tatlı, ne sıcak bir kız çocuğu. X için treni durduracak kadar içten, yerini ona devredecek kadar paylaşımcı:)


Canan'ın bizim dışımızda bir hayatı var. Benim küçük bebeğimin başka bir hayatı var...Yukarıdaki yazıları defalarca okudum. Kendi kızımı bir başkasının gözünden görmek çok değişik bir duygu yaratıyor. Hep Canan'ın sıcak, paylaşımcı, sosyal bir çocuk olmasını istedim, bu gerçekleşmiş gibi görünüyor. Ama 'Acaba kendi hakkını koruyabiliyor mu? Hep arkadaşlarına mı öncelik veriyor? Kendini hiç düşünmüyor mu?' diye endişelendim. Sonra öğretmeni ile konuştum. Kaygıya gerek yok galiba. 'Birşeyi yapmayacaksınız dediğimde diğer çocuklar kabul ederken Canan neden diye sorgulayıp, itiraz edebiliyor. Paylaşmak istemediğinde oyuncağını vermiyor, elinden alınmasına izin vermiyor.' dedi. İçim biraz rahatladı. Onun gerçek dünya ile tanıştığında incinmesini istemiyorum, endişeleniyorum, korkuyorum. O dünyada onu korumam mümkün değil, asıl sorunum bu.

15 Ocak 2010 Cuma

Oğlum neredeyse 7 aylık olacak. Zaman nasıl da hızlı geçiyor. Sanırım diş çıkarmaya başlayacak. Genelde düzgün olan gece uykuları bozulmaya başladı. Pek ağlamayan bir çocuk oğlum, ama son günlerde özellikle uykusu geldiğinde çok ağlıyor. Dün gece ne yapacağımı şaşırdım. Eve geldiğimizde annem uyutmaya çalışıyordu. Oğluma annem bakıyor bu arada, kızımı da o büyütmüştü. Ne şanslıyız değil mi! Bizi görünce kerata tabi tamamen ayıldı. Ablasına bayılıyor. Gözlerini ondan alamıyor. Hİçbir hareketini kaçırmamak için sürekli onu takip ediyor. Ablası yanından ayrılınca hemen bağırmaya başlıyor, ağlamak değil, 'Hey, nereye gittiniz? Beni de alın!' türünden bir bağırma. Neyse, sonuçta uyumadı. 1 saat sonra gözleri iyice kızardı, sürekli gözlerini oğuşturuyordu. Bu sefer ben biberonunu alıp odasına götürdüm. Çok kızdı beyefendi...Peki tekrar ablasının yanına götürdüm. Sonra tabi ki uykusuzluktan ne yaptığını bilmez hale geldi. Ağlamaya başladı. Ne biberon istedi, ne emdi, ne kucakta pışpışlamama izin verdi. En son ayağımda sallayarak uyutabildim, onda bile birkaç kez irkilerek uyandı ve tekrar ağladı. Sonunda uyutup yatağına koyabildiğimde saat 19:30'du. Tabi 2 saat sonra tam kızımı uyutmaya çalışırken uyandı. Bu sefer de kızım 'Beni annem uyutsun, annemi isterim' diye tutturdu. Onu mecburen eşim uyuttu, ama oğlumu uyutmak mümkün olmadı. Saat 01'e doğru geceki olayları tekrar yaşayarak yine ayağımda sallayarak uyuttum. 04 gibi uyandı ve tekrar uyumadı, ben ağlamaklı eşimi kaldırdım ve geri kalan zamanda o baktı. Kızım 2 yaşına kadar her gece 5-10 kez uyanırdı. Sabaha kadar ayağımda salladığımı bilirim. O yüzden oğlumu ayakta sallamaya alıştırmamaya kararlıydım, ama çocuklar kararları değiştirebiliyor... Umarım oğlumun uykuları düzelir, yoksa ne yaparız bilmiyorum...

14 Ocak 2010 Perşembe

Neler yazacağım konusunda uzun süre kararsız kaldım. Kendi duygularımı yazmak istiyorum, ama bu blog daha çok çocuklarımla ilgili olmalı. Bu yüzden öncelikle onları anlatmak istiyorum.
Kızımın doğumundan beri yaptıklarını kaydetmek istiyorum, ama işte 3,5 yıl geçmiş bile. Bari şimdi hatırlayabildiklerimi yazayım.
Kızıma hamile olduğum dönem çok zor günler geçirdim. Eşim askerdeydi. Her hafta gelmeye çalışıyordu, ama yine de hep yanımda olması gibi değildi tabi ki. Ardından anneannem hastalandı, hastaneye yattı ve 2 ay yoğun bakımda kaldı, sonra da kaybettik. Anneannem benim için çok değerli, çok önemliydi. Hala eksikliğini hissediyorum, özlüyorum. Bütün bunlar gergin bir gebe olmama sebep oldu.
Kızımın doğumu bizi çok mutlu etti tabi. Eşim askerden dönmüştü, henüz işe başlamamıştı. Birlikte kızımızın ilk aylarının tadını doya doya çıkardık. Onu kucağımızdan hiç indirmek istemiyor, bir dakika bile kendi başına bırakmıyorduk. Uyuduğunda bile özlüyor, hemen uyansa da sevsek, oynasak diyorduk. Kızım da bu ilgiye kısa sürede cevap verdi. Beni tanıması hadi neyse, daha 1 aylıkken babasını tanıyor, görünce heyecanlanıyordu.
Az uyuyan, az yiyen bir bebekti kızım. Ama öyle hareketliydi ki. Elleri, ayakları hiç durmazdı. Annemin de yoğun eğitimi ile 7-8 aylıkken yuvarlanarak istediği yere gidiyordu. Öyle rastgele yuvarlanmak değil, istediği yeri belirliyor ve hızlı yuvarlanarak oraya gidiyordu. 10 aylıkken de yürüdü zaten. 2 adım atar, düşer, hemen ayağa kalkıp yürümeye devam ederdi. Canının yanması onu hiç durdurmadı. Hala oyun oynarken bir yerini çarpar, düşerse aldırmaz. Eğer çok acımazsa devam eder. Oyun, hedefine varmak önemlidir, kendini hiç sakınmaz. Bu yüzden bacakları hep yara bere içinde...
Canım kızım, azmine hayranım. Hiçbir şey seni yıldıramasın...

13 Ocak 2010 Çarşamba

Yorgunluk

Bu ara işler çok yoğun. Tüm gün hiç soluk almadan çalışıyorum. Bu yüzden akşamlar bana çok uzun geliyor. Kızımla oynayacak, hatta bırakın oynamayı ilgilenecek bile halim olmuyor. O da haklı olarak kızıyor, huysuzlaşıyor. Daha fazla çaba göstermeliyim biliyorum. Aslında bu kadar kötü değildi. Ama son 10 gündür oğlum geceleri sürekli uyandı, o uyuduğunda kızım uyandı ve sonunda benim pilim bitti.
Kızım çok hassas, çok ilgi isteyen bir çocuk oldu her zaman. Belki de onu biz böyle yaptık. İlk çocuğumuzdu, hiç kucağımızdan indirmek istemedik, hiç kendi başına oynaması için bırakmadık. Uyurken bile özlerdik onu. Şimdi kreşe gidiyor. Orada çok mutlu, sosyal ilişkileri çok iyi. Ama eve geldiğinde huysuz, her şeye ağlayan bir çocuk oluyor. Her istediğini yapsak bile ağlamasına engel olamıyoruz. Sınırlar koymaya çalışıyoruz, ama her gün o sınırları test etmekten vazgeçmiyor. Yorgun ve uykusuz olmak da benim toleransıma pozitif etki etmiyor tabi. Ne yapabilirim diye düşünüp duruyorum...

11 Ocak 2010 Pazartesi

Başlangıç

Bu yazıların amacı çocuklarımla ve biraz da kendimle iletişim kurabilmek sanırım. 3,5yaşında bir kızım ve 6 aylık bir oğlum var. Onlarla geçirdiğim her an çok önemli benim için. Çalışan bir anne olarak fazla beraber olamıyoruz ve günün yorgunluğu ve stresi ile ben bırakın tadını çıkarmayı çoğu zaman ne yaptığımın farkında bile olmuyorum. İşte tam da bu nedenden dolayı çocuklarıma yazılı bir şeyler bırakmak istiyorum. Onlarla iletişim kuramamaktan korkuyorum. Büyüdüklerinde benden uzaklaşmalarından korkuyorum. Özellikle oğlumun doğumundan sonra azalan toleransım, sürekli yorgunluğum korkutuyor beni. Kızımı, o hassas kızımı kırar da tamir edemezsem diye korkuyorum. Bu yüzden bu yazıları yazmaya karar verdim. Onların her söyledikleri, her yaptıkları benim için o kadar değerli ki... Yazarsam hayatın gürültüsü içinde unutmama engel olurum diye umuyorum.
Bu yazılar çocuklarıma teşekkürümdür, iyi ki varlar, çok şükür ki varlar.